Kısa, ilginç, zıtlıklarla ve sorularla dolu ve zamanda yolculuk vaat eden bir yazı için lütfen cümleleri takip edin.
Haydi biraz kaçalım Bilkent'ten, Ümitköy'den, Çukurambar'dan. Kızılay'a dönelim sırtımızı Ulus'ta gezinelim biraz. Ama zamanı olmasın gezintimizin mesela bugünden başlayalım Ray-ban'li dolmuş şoförüyle, Roma Hamamı kalıntılarını alalım solumuza asırlar öncesine gidelim. Sonra Kurtuluş Savaşı sonrasına gelelim ilk Meclis Binasını görelim, Opera Binasını, Ziraat Bankasını, meydandaki anıtı Gençlik Parkı'nda Zeki Müren sahne alıyor olsun Göl Gazinosu'nda biraz onu dinleyelim. Şık hanımefendilerle beyefendiler eşlik etsin şarkılara. 70lere 80lere gelelim egzoz borusu çıkarılmış Murat 124 ler geçsin Çankırı Caddesi'nden; Orhan Gencebay, Ferdi Tayfurlar çalsın göç kahramanlarını düşünürken, biraz daha yaklaşalım bugüne yine Müslüm Gürses Ankara'nın Bağları desin, esnaf lokantalarının camlarında kuru-pilav-tatlı 7 TL olsun, sonra yine eskilere gidelim tavuk döner 800 bin lira olsun.
Ulus'ta herkesin bir derdi olsun ama illa ki. Gülen bir surat neredeyse hiç görmeyelim, herkesin acelesi olsun, herkes hayatta kalma yarışında olsun. Durakta bekleyen uzun 'kamyoncu' sigarasını içen amca da, dosyalarının arasında kaybolmuş bir memur da, henüz bıyıkları terleyen ara sokaklardan birindeki çırak da aynı koşuşturmacanın içinde bulsun kendini.
Biz de kendimizi sorularda bulalım: Ulus'ta hayat hep böyle miydi? Hep böyle farklı zamanlar ve insanlar iç içe, hatta belki zıtlaşarak, belki de birbirlerinin farkında bile olmayarak mı yaşıyordu?
Mesela Romalılar nasıldı? Roma Hamamı'na kimler gelirdi? Sonra Frig, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı üstüne inşa ettiğinde kendi zamanlarını ne düşündü buralardaki insanlar, ne yaşadı, neler biriktirdi geleceğe dair? O zamanlar da buralar yaşam derdinin kıyasıya geçtiği yerler miydi?
Peki ya erken Cumhuriyet Dönemi eserleri? Orta Avrupa'dan gelen mimarlar ilk meclisi, opera ve tiyatro binalarını inşa ederken farkındalar mıydı bir milletin hayatta kalışının zaferini kutladıklarının? Aslında tam olarak bu yüzden mi Ulus sonradan medeniyetin merkezi kalmak yerine ölüm kalım mücadelesinin merkezi oldu? Karpiç Lokantası'nda ağırlanırken 'önemli' misafirler, hiç kimsenin aklına geldi mi Hıdırlıktepe'nin gecekondularla dolacağı şöyle hikayeleri olacağı, ve hatta zencilerin bile çay içeceği kahvehanelerin türeyeceği?
Sonra İsmet Paşa Mahallesinin "kimsesizlere, terk edilmişlere, evden kovulmuşlara, nüfus kağıdı bile olmayanlara" ev sahipliği yapacağı?
Anıtın arkasında yeşil büyük ve ne yazık ki kullanışlı olduğu kadar çirkin bir binanın yükseleceği ve Roma kalıntılarının üzerine bir süpermarket binası inşa edileceği?
Gelmese de kimsenin aklına tüm bu soruların cevapları, ve ucu insana değen her şeyde olduğu gibi tek bir açıklaması olmasa da tüm bu yıkma-yapma-yeniden yıkma-yeniden yapma sürecinin hayat çok hızlı değişmiş Ulus'ta. Türk siyasi hayatını etkileyen olaylar neredeyse birebir yansımış hikayelere.
Roma yıkılmış, seğmenler gelmiş, cumhuriyetin ilk evlatları yürümüş bu sokaklarda ve efendileri karar vermiş, işçiler kirası ucuz evlere gelmiş bazen yalnız bazen aileleriyle. Belki de en güzel isimli sokak olan Kedi Seven Sokak'taki Ulus Endüstri Meslek Lisesi mezunlar vermiş, insanlar bu sokaktan geçip opera otobüs duraklarından evlerine, öykülerine gitmiş, cuma vaktini kaçırmamak için hızlı adımlar atılmış Hacı Bayram Veli Camii'ne doğru.
ve yolumuz, gerçek masalımız, adımlarımız şimdilik sona ermiş.
Gökten üç elma düşmüş,
Biri Ulus'ta hayatta kalmayı başarabilen ilk şanslıya,
Biri yine Ulus'ta hayatta kalmayı başarabilen ikinci şanslıya,
Biri de durakta otobüs bekleyen uzun kamyoncu sigarası içen amcaya, umarım hayatta kalmayı başarabilmiştir.
Esen kalınız dostlar!
Haydi biraz kaçalım Bilkent'ten, Ümitköy'den, Çukurambar'dan. Kızılay'a dönelim sırtımızı Ulus'ta gezinelim biraz. Ama zamanı olmasın gezintimizin mesela bugünden başlayalım Ray-ban'li dolmuş şoförüyle, Roma Hamamı kalıntılarını alalım solumuza asırlar öncesine gidelim. Sonra Kurtuluş Savaşı sonrasına gelelim ilk Meclis Binasını görelim, Opera Binasını, Ziraat Bankasını, meydandaki anıtı Gençlik Parkı'nda Zeki Müren sahne alıyor olsun Göl Gazinosu'nda biraz onu dinleyelim. Şık hanımefendilerle beyefendiler eşlik etsin şarkılara. 70lere 80lere gelelim egzoz borusu çıkarılmış Murat 124 ler geçsin Çankırı Caddesi'nden; Orhan Gencebay, Ferdi Tayfurlar çalsın göç kahramanlarını düşünürken, biraz daha yaklaşalım bugüne yine Müslüm Gürses Ankara'nın Bağları desin, esnaf lokantalarının camlarında kuru-pilav-tatlı 7 TL olsun, sonra yine eskilere gidelim tavuk döner 800 bin lira olsun.
Ulus'ta herkesin bir derdi olsun ama illa ki. Gülen bir surat neredeyse hiç görmeyelim, herkesin acelesi olsun, herkes hayatta kalma yarışında olsun. Durakta bekleyen uzun 'kamyoncu' sigarasını içen amca da, dosyalarının arasında kaybolmuş bir memur da, henüz bıyıkları terleyen ara sokaklardan birindeki çırak da aynı koşuşturmacanın içinde bulsun kendini.
Biz de kendimizi sorularda bulalım: Ulus'ta hayat hep böyle miydi? Hep böyle farklı zamanlar ve insanlar iç içe, hatta belki zıtlaşarak, belki de birbirlerinin farkında bile olmayarak mı yaşıyordu?
Mesela Romalılar nasıldı? Roma Hamamı'na kimler gelirdi? Sonra Frig, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı üstüne inşa ettiğinde kendi zamanlarını ne düşündü buralardaki insanlar, ne yaşadı, neler biriktirdi geleceğe dair? O zamanlar da buralar yaşam derdinin kıyasıya geçtiği yerler miydi?
Peki ya erken Cumhuriyet Dönemi eserleri? Orta Avrupa'dan gelen mimarlar ilk meclisi, opera ve tiyatro binalarını inşa ederken farkındalar mıydı bir milletin hayatta kalışının zaferini kutladıklarının? Aslında tam olarak bu yüzden mi Ulus sonradan medeniyetin merkezi kalmak yerine ölüm kalım mücadelesinin merkezi oldu? Karpiç Lokantası'nda ağırlanırken 'önemli' misafirler, hiç kimsenin aklına geldi mi Hıdırlıktepe'nin gecekondularla dolacağı şöyle hikayeleri olacağı, ve hatta zencilerin bile çay içeceği kahvehanelerin türeyeceği?
Sonra İsmet Paşa Mahallesinin "kimsesizlere, terk edilmişlere, evden kovulmuşlara, nüfus kağıdı bile olmayanlara" ev sahipliği yapacağı?
Anıtın arkasında yeşil büyük ve ne yazık ki kullanışlı olduğu kadar çirkin bir binanın yükseleceği ve Roma kalıntılarının üzerine bir süpermarket binası inşa edileceği?
Gelmese de kimsenin aklına tüm bu soruların cevapları, ve ucu insana değen her şeyde olduğu gibi tek bir açıklaması olmasa da tüm bu yıkma-yapma-yeniden yıkma-yeniden yapma sürecinin hayat çok hızlı değişmiş Ulus'ta. Türk siyasi hayatını etkileyen olaylar neredeyse birebir yansımış hikayelere.
Roma yıkılmış, seğmenler gelmiş, cumhuriyetin ilk evlatları yürümüş bu sokaklarda ve efendileri karar vermiş, işçiler kirası ucuz evlere gelmiş bazen yalnız bazen aileleriyle. Belki de en güzel isimli sokak olan Kedi Seven Sokak'taki Ulus Endüstri Meslek Lisesi mezunlar vermiş, insanlar bu sokaktan geçip opera otobüs duraklarından evlerine, öykülerine gitmiş, cuma vaktini kaçırmamak için hızlı adımlar atılmış Hacı Bayram Veli Camii'ne doğru.
ve yolumuz, gerçek masalımız, adımlarımız şimdilik sona ermiş.
Gökten üç elma düşmüş,
Biri Ulus'ta hayatta kalmayı başarabilen ilk şanslıya,
Biri yine Ulus'ta hayatta kalmayı başarabilen ikinci şanslıya,
Biri de durakta otobüs bekleyen uzun kamyoncu sigarası içen amcaya, umarım hayatta kalmayı başarabilmiştir.
Esen kalınız dostlar!